bugün

entry'ler (4156)

devedikeni

En son entry'im üzerinden 2 yıl geçmiş. Zaman nasıl akıyor inanılır gibi değil. Daha dündü halbuki burada yazmaya başladığım, zirvelere gittiğim günler. Nasıl olmuş da 15 sene geçmiş üstünden ve ben artık 40lar kulübüne ayaklarım geri geri giderek girmişim...

Her buraya girdiğimde, yazdıklarımı okuduğumda 20'li yaşlarımın başındaki toy, genç, enerjik, heyecanlı halimle karşılaşıyorum.
Hoşgeldin yavru diyor, emesene gel diyor, gece 4'te konferans finali var kalkıp izleyelim diyor, cm 99-00'de ayvalıkgücübelediyespor'un şampiyonlar ligi final maçına taktik belirleyelim diyor, metallica konserine nirvana kasetlerine kulak ver diyor, finallere bir hafta kaldı artık başla fotokopici turlarına diyor, okul çıkışı istiklalde turlayalım, iki bowling atalım akşam da nevizadede iki bira dikelim diyor, internet cafeye gidip quake atalım diyor, sitede 15 kişi oturup laklak goygoy yapalım diyor, caddede vakkoramanın orada, kadıköyde boğada, taksimde tünelde, beşiktaşta vapur iskelesinde buluşalım diyor, kozyatağında otobüs durağında 212 bekleyelim diyor. Ve daha o kadar çok şey diyor ki.

Şu an çok mutluyum ama yine de özlüyorum gençliğimi..

Sözlüğü de iyice günlüğüme çevirdim. Artık bir sonraki gelişim 45ler olur bakar bakar daha da çok özler, hayıflanırım.

devedikeni

tam 13 yıl önce yazmaya başlamışım buraya. iş hayatına yeni başlayan heyecanlı bir genç.
Naifmişim, hatta herkes öyleymiş, cümleler kelimeler ifadeler daha sakin, daha masum, daha hoşgörülü.

Şimdi bakıyorum, 13 yılda ben değişmişim ama herkes, herşey de değişmiş. Şimdi istediğim, hayal ettiğim herşeye sahibim, ama o eski naif genç olarak değil.

Ne güzel ki, bir günlük misali duruyor burada o zamanlara ait her yazdığım her düşündüğüm.
Kendimdeki bu yolculuğu böylesine açık bir şekilde izlemenin keyfi paha biçilmez.

uludağ sözlük

sekiz sene sonra gelip bu entry ile kendime bir iz daha bıraktığım sözlük.

alma ata

kazakistanın en büyük şehridir. başkenti için; (bkz: astana).
aynı istanbul ile ankara farkı vardır bu iki şehir arasında, o nedenle anlatmaya gerek yok.
geniş caddeleri, yazın yemyeşil, kışın ise -30lara varabilen soğukları olsa da genel iklimi ankaraya benzer.
küçük bir şehirdir, herşey elinin altında olması eğer istanbullu iseniz büyük bir kolaylık haline gelir. nereye gitmek isterseniz araç ile en fazla 10 dakikanızı alır.
polislerden korkmak ne demek bunu görebileceğiniz bir yerdir. zira tüm polisler özellikle yabancıları bir para kaynağı olarak gördükleri için, dillerini pek iyi konuşamıyor olmanızdan mutevellit boş yere sorun çıkarıp ceza yazmak, merkeze götürmekle tehdit ederler ve bu da rüşvete giriş 1 adlı dersimizin bir konusudur.
sokaklarda gece vakti dolaşmak pek tekin değildir, hele ki tek başınıza aman diyeyim. özellikle krizden sonra millet iyice paraya aç hale geldiği için kimi gorse yolda indirebilecek hale gelmiş. dikkat her zaman iyidir.
taksiler yine rus sistemi ile çalışır, elini kaldır hemen biri dursun pazarlık yap bin. normaldir ama yine de orjinal taksileri kullanmak daha güvenli.
mekanların hepsinde ortalama fiyatlar vardır, bir yere gittiğinizde acaba çakarlar mı bize diye korkmaya çok gerek yoktur (abuk yerlere girip cıkmadıktan sonra) gerçi çok da fazla seçenek yok zaten gidilecek yerler klasmanında.
insanları, kazak ve rus olarak ikiye ayrılırlar cogunluk olarak.
kazakları çekik gözlerinden ayırtedersiniz zaten. rusları ise cekik gözlü olmayanlar diye. kolay görünüyor ama aslında her çekik gözlü kazak olmamakla birlikte her cekiksiz göz (ilginc bir tabir oldu farkındayım) de rus olmayabilir. zaten hayat da bir bilmecedir, kim bilebilir ki diye rahat da bırakabilirsiniz konuyu.
kazaklar hem kazakca hem rusca konusur, ruslar ise sadece rusca. bu da demek oluyor ki kesisim kumemiz ruscadır ve rusca ogrenilmelidir.
rusvetsiz, tanıdıksız, kazak ortaksız hiç bir iş yürümez. daha uzun süreli düşünenler için kazak eş uygun olabilir. olmaya da bilir.
tarihi eser göreyim ben diyenler için bir hüsran olur, şehir gezilip görülebilecek güzelliği olmayan bir durumdadır.
sadece yeşilliği, parkları, bahçeleri, bir adet dağı, kayak pisti, bir adet istanbul suyunu doldurmuşlar şeklinde gölü vardır. ama nedense güzel şehirdir, sevilebilir. türkü boldur. olmasa daha cok sevilebilirdir ama bakalım kısfmet de denilebilir.
daha parça parça bilgi de yazılabilir. böyle bir şehirdir almaata.

şaka maka derken 30 yaşına gelmek

vişne reçeli ile beyaz peynir yiyebilmek gibidir.
gıdıklanırken hem gülüp hem ağlamak gibidir.
dondurmalı irmik helvasını sıcak sıcak tatmak gibidir.
sevdiğinden delicesine nefret etmek gibidir.

geçmişe bakıp "keşke"lerini görürken, yaptıklarını yeniden yapmak isteyip de yapamayacağını anlarken, aynı zamanda elindekinin tamamen yitip gitmediğini farketmektir.

zamanın ortasında kalakalmaktır.
geçmişe özlem duyayım derken, hala geleceğim var diye keyiflenebilmektir.

ama aynı zamanda, ne geçmişi ne de geleceği içinden atamadığın için tam anlamı ile yaşayamadığın andır, yaştır.

pulp fiction

orta asya'nın en köklü oyunlarından biri olan tavlada, geliştirdiğim özel teknikleri üzerinde uygulamak istediğim (tavla lan tavla sadece, korkmayın * *) zat-ı muhteremdir. ha bir de, birken şimdi de iki oldu bu fb'liler, hemen bir adet gs li kazandırmam lazım benim de dünyaya *.

uludağ sözlük

2 sene aradan sonra tekrar girip şöyle bir göz gezdirdiğimde anılarımın depreştiği, üye olmamın üzerinden 4 senenin geçtiğini farkettiğim sözlük. zamanın ne kadar çabuk geçtiğini sanki farkedemiyormuşum gibi bir de bu tarafından gördüm kolumdaki saatin hızını.

sonra oturup düşünmeye başladım 4 senede hayatımda nelerin değiştiğini. madde madde yazdım, bir baktım ki kalmamış değişmeyen hiçbir şey ailemden başka. 4 sene evvel 22 ocak 2006'da buraya ilk entrymi yazdığım zaman yaptığım iş, oturduğum ev, gezdiğim şehir, yaşadığım ülke, sevdiğim kadın, konuştuğum insanlar, arkadaşlarım bambaşka iken, şimdi hepsinin değiştiğini görüyorum. hobilerim, sevdiğim filmler, dinlediğim müzikler, gitmekten keyif aldığım yerler, tatmayı istediğim yemekler bile kısmen değişmiş. neymiş 30una gelmiş bir insan artık değişemezmiş. külahıma anlatsınlar onu, bal gibi değişmişim işte.

ve bu sayfalara yazmış olduğum bir çok şeyin o vakitlerde sahip olduklarımı anlattığını görüyorum.

bir günlükten, bir anı defterinden kat be kat daha değerli bir şekilde burada duruyor yazdıklarım, sadece kendim için. ve biliyorum ki bundan bir 4 sene sonra ben yeniden bu sitede dolandığım zaman bu sefer bambaşka düşüncelere, duygulara dalacağım.

teşekkürler sözlük. bir sonraki sefer görüşmek üzere...

satranç maçı tezahüratları

şah mat olduğunda, karşı tarafın şahını devirmek yerine komple satranç tahtasını bozan türk zihniyetinin (örnek için bkz:okeyde el bittiginde tum istakalari devirmek) upgrade olmuş halinin yapacağı tezahüratlardır.

okeyde el bittiginde tum istakalari devirmek

klasik türk hareketidir.
okeyde eli biten kişi, kendi elini göstermeden evvel diğer oyuncuların ıstakalarını devirir. sinir bozucu bir harekettir. bazen çok zeki arkadaşlarımız ellerini bitti sanıp bu hareketi yapar, sonra ortalığı tekrar toplamak için uğraşırlar.

asiti kaçmış kola

saç rengine göre takım değiştirebilen yegane kişi.
hadi saç rengine göre saat, çanta, ayakkabı, elbise değiştirenini gördüm de, takımı görmemiştim.*

motosiklet kaskı

tek parçalı ve çok parçalı olmak üzere iki tipi bulunan kasktır.
tek parçalılar aynen o görüldüğü şekilde üretilmiş olup mukavemetleri daha fazladır. bu nedenle de fiyatları da yüksektir. çok parçalı olanlar ise -ki genellile iki parçalıdır- üretilmiş iki parçanın daha sonra birbirlerine monte edilmesi ile meydana getirilir, daha dayanıksız ve kalitesizdir, fiyatı da ona göre ucuzdur.

eğer bir kere çarpma yaşamışsa bir kask, o kaskın değiştirilmesi gerekmektedir. kaskın üzerinde herhangi bir çatlak olmasına gerek yok. herhangi bir çarpma sonrasında kaskın iç yapısında gözle göremeyeceğiniz deformasyonların meydana gelmesi kaskın tüm dayanımını sıfıra indirir.

herşeyden taviz verilebilir ama bir motosiklet kullanıcısının tek taviz vermeyeceği şeydir kaskın kalitesi. aman dikkat şeklinde bir demir bükey tadında bitirişle herkese iyi sürüşler.

koku hala keskin fazla uzaklasmis olamaz

(bkz: fazla uzaga gitmis olamazlar)*

üzgün acun duruşu

sözlüğün yakından takip ettiği var mısın yok musun isimli yarışmada, acun ılıcalı kişisinin yarışmacı kaybettiği anda bir adım geriye geçip, insanı üzüntüsü ile yanlız bırakma amacı güden duruştur.

evde denemek için gerekli edevatlar,

bir adet masa, bir adet kaybeden insan, bir adet boş boş bakabilen surat.

öncelikle kaybeden insanı masaya yaklaşık 10 dakika kısık ateşte oturtunuz. ardından kişinin bir adım arkasına geçip elleri önde kavuşturunuz. kaybeden kişi üzüntüden kulak memesi kıvamına gelinceye kadar kafa öne eğik vaziyette bekleyiniz. yüzdeki boş ifadeyi değiştirmeden yaklaşık 5 dakika bu şekilde durunuz. sıcak servis ediniz.

x kadar bile olamadin

atlanılan çok önemli bir noktası olan serzeniştir. içinde taşıdığı "bile" kelimesi nedeniyle öyle bir nüansa sahiptir ki kelle götürür.
buradaki x hiç bir şekilde tasvip edilmeyen, beğenilmeyen kişidir. bu cümle bahsi geçen x'in yanında veya tanıdığının yanında kullanılırsa kan çıkar.

x e deger vermek

(bkz: x in kendisine verilen degeri hak etmemesi)

x in kendisine verilen değeri hak etmemesi

x'li bir problemi binbir işlem sonrasında 9=0 şeklinde bir sonuca getirebilen öğrencinin x'e yaptığı ayıptır.

köy yollarının kapanması

zamanında rahmetli atatürk'ün büyük bir umut ve önem ile başlattığı demiryolu projesi, halen onun zamanında yapılanlarla kaldığındandır ki, bir yüzyıl daha duyacağımızın kesin olduğu cümledir.

bir çok gelişmiş ülkenin yolcu ve yük taşımacılığının demiryolu ile yapıldığı, hem maliyetlerin düşürüldüğü, hem insan sağlığının, hem verimliliğin, hem de çevre düzeninin bu şekilde sağlandığı aşikarken, ülkemizde, gerek karayolu taşımacılığından köşeyi dönen babalar, gerek zamanında bu işi peşkeş çektirdiğimiz yabancı sermaye, gerekse önümüze her seferinde engelleri patır patır atan sezonsal yerli ve yabancı köstekler sayesinde hep kapanacak bizim köylerimizin yolu...

tokyo metrosu

dünyanın en karışık metrosu olma sıfatını sonuna kadar hakeden metro ağı. yerin altına bir şehir kurmuş japon efendiler. bazı duraklarda yaklaşık 5-6 kat altlı üstlü trenler geçmekte, tüm şehir yerin altında hatlar ile birleşmekte ve bütün bu karmaşıklığa rağmen istenilen yere şıp diye gidilebilmekte. insan kalabalığını ise beyaz eldivenli amcalar ittirmek suretiyle trenlere yerleştirmekteler. özellikle mesai başlangıcına yakın saatlerde, bayanlara özel vagon yapılmış, çünkü kalabalık kimin eli kimin cebinde belli değil tadında.

moskova metrosu

rusçası olan, daha doğrusu kril alfabesini okuyabilenler için gayet kolay ve rahat bir ulaşım yoludur. bilmeyen için ise renkler kullanmışlardır, bir şekilde insan yolunu bulur. kentteki taksi ücretlerinin şişkinliği ve mesafelerin uzaklığı nedeniyle kullanılabilecek tek ulaşım aracıdır. tokyo metrosu kadar olmasa da, gayet geniş ve her yere dağılmıştır. renkler vasıtası ile hangi hattan hangi hatta nereden geçileceğini ve hangi yöne gidileceğini kavramak zor değildir. gitmeden evvel latin harfleri ile yazılmış bir metro haritası edinmek faydalı olabilir.

kızların yalan söyleme teknikleri

erkeklerin saflıklarına denk gelen tekniklerdir.
gayet de bilindiği üzere, erkek tek yönlü düşünebilen, düşünme sistemi bir paragrafı geçmeyecek şekilde anlatılabilen, basit ve derinliksiz bir varlıktır *, bunu çözmüş ve ona göre silahlarını kullanan her kadın istediği şeyi istediği zaman karşısındaki erkeğe yedirir yutturur.